14 Ocak 2011 Cuma

Tanrının Eseri Dünyasız İnsanlar!


Bu dünya üzerinde bizimle birlikte yaşayan, ama bizden olmayan insanlar var.
Onlara insan demek ne kadar doğru bilemiyorum.
Bu dünyadan değiller, ama aramızdalar!
Büyük şeref!

Onlar kimler mi?

Cem Adrian...

Cidden ama! İnsan dediğinin öyle sesi olur mu canım? (!)

Kadifemsi, duru, sakinleştirici...
Kesinlikle uyuşturucu gibi...
Cennete gidip geri geliyosun.

Cenneti kıyametten önce görmek isteyenlere tavsiyem, Cem Adrian dinleyin!
Cenneti görmeyi hayal edenler kesinlikle dinlesinler!
Bir daha cenneti görme şansları olmayabilir çünkü :)

Tamam tamam! Abarttım biraz! Ama söz konusu Cem Adrian olunca abartı cümleler kurmak gülünç gelmiyor.
Adamın hakkıdır gibi geliyor!

Sadece Cem Adrian değil tabiki!


Shakespeare...

O cümleleri kurmak, o soneleri yazmak...
Aşkı saf haliyle anlatabilmek...
Bu dünyadan biri aşkı böyle saf anlatamaz!

Yani aşk saf bir şey değil!
Neyse konumuz insan olmayan insanlar, bu konulara girmemeliyim.

Nietzsche!

Nietzsche kesinlikle bu dünyadan değil!
Hakkında yorum yapmaya gerek yok yani :)
(Nietzsche Ağladığında'yı bir ara okumalısınız!)

Chuck Bass!

Ekoseli takımları, çıkarmadığı papyonu ve akıcı, dinlemeye doyamadığımız aksanıyla, akıllara zarar kişiliğiyle vücut bulmuş bir kişiliktir.
Adamın hızlı aramasında kayıtlı olan, bir dedektifin numarası var!

Nazım Hikmet...

Bu dünyaya ait olmayı isteyip, bir türlü hak ettiği gibi yaşayamamıştır.
Bu dünyaya ait olmaya en uzak adamdır kendisi.
Böyle pis bir dünyada güzel insanların yaşaması bir mucize!




Mustafa Kemal Atatürk...

Bu dünyaya bir görev için gönderilmiş insanlar arasında en kusurlu kusursuz adamdır o!
Hakkında çokta yorum yapmaya gerek olmayan bu insan için yazının bu paragrafımı burada bitiriyorum. Çünkü benim kelimelerim onu anlatmak için yetersiz kalır. O kadar başarılı bir yazar değilim :)


Dean-Sam Winchester Kardeşler!

Burada olmaya hakları var!
(Son zamanlarda onları sürekli izlememle alakası yok!)
Bir kere kötü adamların peşindeler!
Bizi iblislerden filan korumaya çalışıyorlar!
Kıyameti durdurmaya çalışıyorlar!
Bence bunların bir değeri olmalı :)

Franz Kafka...

Adamın kesinlikle bir tarzı var!
Ayrıca bir insanı böceğe dönüştürecek gücü!


Gandalf!

Ak büyücünün adını yazmazsam bu yazı tam sayılmazdı.
Adam atların efendisiyle yolculuk yapıyor :)


Leonardo Da Vinci...

EH kendinin farkında olan tek insan sanırım!
Bu dünyaya ait olmadığını bilen tek adam!
Baksanıza yaptığı her resme bir şifre yerleştirmiş.
''Hadi bilin bakalım ben kimim?'' der gibi.



Holden Caulfield...

O da zaten ''Nerden düştüm bu dünyaya?'' diye düşünen bir tip olmuştur hep!
Asla olduğu yerden mutlu olmamıştır, ama çocuğa saygı duymak lazım.
Daha 16 yaşında olmasına rağmen fenomen oluşturdu.
Burada durmak lazım!
Sallinger'ın adını da şöyle bir yazmadan geçemeyeceğim.


Harry Potter!

Sağ kalan çocuk!(Valla o kadar yıl okudum, adını yazmasam çok ayıp olurdu)
Ama burada olmayı hak eden biri varsa oda Rowling'tir.
Kadın yeni bir dünya yarattı!


John Nash...

Şizofren dahi!
O zaten bizim dünyamızda kendine ayrı bir dünya yaratmıştı.
Belli ki bizim dünyamızdan olmadığını hissetmiş :)
EH adam profesör!


Albert Einstein...

Kuantum, izafiyet teorileri...
Bilinen şeyler işte!( Çok sıradan bir şeymiş gibi )
Sevgiler Albert :)


Bu dünyaya ait olmayan o kadar çok insan var ki!
Sanki bu yoz insanoğlunu bir parça olsun düzeltebilmek için gönderilmişler!
(Tamam arada var olmayan karakterlerde yazdım, ama bu yazı bana ait ve ben onları seviyorum tamam mı!)

Tanrının yarattığı insanlar...
Tek bencil tür olan bu yaratıkları dünyaya gönderip başıboş bırakmak çokta akıllıca olmazdı zaten!


Tanrı insanları dünyaya gönderdi, ama araya melekleri sıkıştırmayı da unutmadı :)

( Neden yazdıklarımın hepsi erkek diye merak edenlere: Ben bir kızım! )

Son olarak:
Johnny Depp!
Aman Tanrım! :)

13 Ocak 2011 Perşembe

Mutluluk: Bir Varmış! Bir Yokmuş!


''Mutluluğun formülü, gerektiğinde önemsiz şeylerle meşgul olabilmektir.'' diye söylemiş Edward Newton...

Mutlu olmak için çok büyük şeylere ihtiyacımız yok.
Herkesi mutlu eden basit, minik şeyler mutlaka vardır.
Yine de insanlar asla mutlu olamazlar!
İnsanoğlu hep daha fazlasını daha fazlasını ister.
Daha fazlasına sahip olduğu andan sonra da, daha da fazlasını ister.
Bu hep böyle akıp gidecek olan bir rutindir.

Mutluluk daima yakınımızdadır, yakalamak için çoğu zaman elimizi uzatmamız yeter.

Mutluluğu hep ulaşamadıklarımızda ararız.
Önümüze baksak mutluluk aslında hemen orada, dibimizdedir.


Bazen bir filmin içinde, bazen bir müziğin notalarında, bazen sıcak bir bardak kahvede, bazen ılık güzel bir duşta, bazen huzurlu bir uykuda...

Mutlu olmak için o kadar çok neden var ki şu hayatta!
Görmek ya da görememekle alakalı... Belki görmek istememekle alakalı...

''Doğuştan gelen tek bir yanılgı vardır. O da mutlu olmak için burada olduğumuzu sandığımızdır.'' diye söylemiş Arthur Schopenhauer.

Mutlu olmak!
Neden tek derdimiz bu?
Yaşasak ve ölsek, sonra da beklediğimiz cennete gitsek!
Yeterli değil mi?

Hayatta amaç mutlu olmak mı?
Attığımız her adımı mutlu olmak için atıyoruz...
Bunu yaparken de hayat gidiyor.
Peki sonuç?
Mutlu mu oluyoruz?

Tatmin olmayan insan türü mutlu oldukça daha da fazlasını isteyerek elindekiyle asla yetinmez!
Hep daha da fazla daha da fazla ister.
Sonrasında daha da fazla daha daha fazla ister!
Bu hep böyle akıp gidecek bir rutindir.

Mutlu bir hayat olanaksızdır; insanın başarabileceği en iyi şey kahramanca bir hayattır.


Mutlu bir hayat neden olanaksızdır?
Çünkü ne kadar mutlu bir yaşamı olsa da insanlar asla mutlu olduklarını düşünmezler.
İstekleri asla azalmaz!
Bu da mutsuz bir hayat demektir!

Mutsuzluk, depresiflik, acı çekmek...
Bunlar doğuştan içimizde olan duygular...

Daha doğduğumuz ilk saniyede ağlayarak başlarız hayata.
İstediklerimizi elde edebilmek için, daha küçük bir çocukken ağlamaya başlarız.
İnsanoğlunun ilk silahıdır bu: Ağlamak!


Mutluluğa giden yol hep savaştan, şiddetten, kızgınlıktan geçmek zorunda!
Öyle olmak zorunda olmasa bile uygulama bu.
Ya uyarsın ya da uymazsın, bu sana kalmış, ama sonucuna katlanırsın.

Belki nasıl daha fazla mutlu olurum demek yerine, daha az nasıl mutsuz olurum demek ve bunun için çabalamak gerekiyordur.

Belki de bütün bu mutluluk, acı, hastalık, iyilik, kötülük, fedakarlık, aşk, gurur, korku...
Bütün bunlar Tanrının bir oyunudur.
Ve aslında hepsi bir yanılsamadır.
Biz de bu oyundaki piyonlarızdır.


Bütün oyunları Shakespeare yazmıyor nasılsa :)
Yani kim bilir?
Tanrının işi hiç belli olmaz değil mi?

Sonuç olarak yanılsama ya da gerçek!
Yaşadığımız, içinde bulunduğumuz durum bu.
Ve içinde olmaya da devam edeceğiz.
Yazan Shakespeare olmasa da :)

Mutlu olmak ya da olmamak! İşte bütün mesele bu!

11 Ocak 2011 Salı

Duygular Maskelerini Çıkartırken...


Bir maskeli balo...

Duyguların buluşması...

Gece saat 00.00 dır.

Duygular maskelerini çıkarmaya başlar.

İlk önce parlak sarı görünür maskenin ardından...
Samimiyettir bu.
Herkesten önce davranıp, maskesini indirmiştir.


Arkadan bir yerden koyu, sisli bir yeşil görünür, maskesi inmiştir.
Açgözlülük kendini ifşa etmiştir.

Koyu ve puslu bir gri belirir. Maskesini sert bir şekilde çıkarıp, yere fırlatır.
Nefret kendini ortaya çıkarmıştır.

Sessizlik artar...

Sevgi ılık, açık pembesiyle nefretin yanına gelir.
Maskesi elindedir...

Bütün o sessizliği bozan bir ayak sesi duyulur.
Topuklarının üstünde salına salına gelir şevhet...
Kırmızı maskesini ince bir hareketle çeker yüzünden.

Bütün gözler şevhetin üstündedir.


Cesaret girer kapıdan, geç kalınmış balo salonunda maskesiz tek duygudur.
Canlı turuncusuyla şevhetin ilgisinin azalmasını sağlar.

Bir parlaklık sarar salonu.
Meleğin edasıyla ışıldayan, saf bir beyaz...
Masumiyet yavaş adımlarla gelir.

Dışarıdan bir şimşek çakması sesi duyulur ve karanlık bütün beyazı yok eder.
Ölüm zifiri karanlıkla bütün duyguların ortasına yerleşir.
Siyah, bakınca gözü acıtan maskesini yavaşça indirir.

Etrafta kısa bir sessizlik hakimdir.


Ölümün maskesini çıkarmasıyla bütün maskeler düşmeye başlar.
Tek tek, huzursuzca düşer maskeler...

Ölümün önünde düşmeyen iki maske kalmıştır.

Sonsuzluk gibi görünen mavi maskesiyle ölümün karşısına dikilir.
Maskesini çıkarmaz!

Ölüm hemen tanır onu, diğer her bir duygu önünde diz çöker.
Umuttur bu...

Işıldayan mavi maskesini çıkarmadan öylece bekler.
Maskesini çıkarmayan diğer duygu kıpırdamaz.
Öylece bekler.


Umut ona bakar ve kendi maskesine uzanır.
Bütün duygular heyecanlanmıştır.
Maskesini çıkarmayan ve yerinden kıpırdamayan duyguya odaklanmışlardır.
Umut maskesini öylece bırakır.

Mor maskeli duygu istifini bozmadan diğer duyguları izlemeye devam eder.

Umut insanlık uğruna kendini feda etmeye hazırlanırken, diğer duygular mor maskeliye saldırırlar.

Maskesini çıkarmaya zorlarlar.
Mor maske yere düşer ve kibir yüzünü göstermiştir.

Duygular maskelerini çıkartıp, gerçek yüzlerini göstermişlerdir.

Umudun gerçek yüzü hala saklıdır.
İnsanlar umudu maskesiz görmeye hazır değildir.

Umut her zaman iki yüzlü kalmaya mahkumdur.

Ölümün Bilinmezliği...

''ÖLÜMÜN SON İYİLİĞİ, ÖLÜMÜN BİR DAHA OLMAMASIDIR.'' der sevgili Nietzsche...


Ölmek...
Bütün yaşayan organizmaların, eninde sonunda tanışacağı en büyük korkularından biri.

Peki herkes neden korkar ölmekten?

Cennet-Cehennem korkusu mu?

Aslında diplerde yatan korkunun aslı, nereye gideceğini bilmemenin getirdiği bir korkudur.

Cennete ya da cehenneme gideceksiniz!

Herkes böyle düşünür, böyle söyler, ama aslında o söylenilen yerleri gidip, gezip, görüp, geri gelmiş birileri olmadığından, hiçbir insan da emin değildir gerçekliğinden.

Bazı körü körüne inananlar da cennet- cehennemin varlığını sorgulama aşamasını geçmiş, 'acaba ben nereye gideceğim?' sorusunda takılmıştır.


Anlatılan Cennet: Baldan ırmaklar, sütten nehirler, çikolatadan şelaleler ve erkekler için tek gerçek olan hurilerden ve başka başka güzelliklerden oluşan yerdir.

Anlatılan Cehennem: Ateşin ve buzun olduğu, ama ateşin yakıcılığının korkunç olduğu, buzun donduruculuğunun da tahmin edilemez olduğu, kapısında zebanilerin nöbet tuttuğu, kimsenin gitmeyi istemeyeceği yerdir.

Anlatılan cennete neden gitmek isteriz?

Yani olay çikolata şelalesinde yüzmekse, bu dünyada da sağlanılabilir. İmkansız değil.
Baldan bir ırmağa neden girmek isterler hiç anlamam, yani yapış yapış bir şey, bence içinde olmak hiçte hoş değil.
Sütten ırmaksa, hadi ama!
Bülent Ersoy cennete gitmeden bunu her duş alışında tekrarlıyor zaten :)
Huriler için yorum yapamayacağım, şahsen benim beğendiğim bütün tipler cehennemde olacak, büyük ihtimalle :)

Anlatılan cehenneme neden gitmek istemeyiz?
Hadi ama!
Kim donmak ya da yanmayı ister ki?
Bu dünya üzerinde bile bunu yaşamak çok acı verirken, TAHMİN edilemez durumundaki ateşi ya da soğuğu kim ister ki?


İşin ilginç kısmı, herkes cennet için didinirken, büyük ihtimalle çoğunluk hiç uğraşmadan, çaba harcamadan cehennemin sıcak yüzünü görecek, zebanilerle tanışacak.

Eğer Cennet- Cehennem varsa, ki ben olmasını çok isterim, bence herkes kendisini en kötüsüne hazırlamalı.
Zebaniler belki o kadar da kötü değildir :)
Hatta onları sevmeyi bile öğrenebiliriz :)

Belki Joe Black gibi bir tip denk gelir :)
Hiç bilemezsiniz!

Cennette herkes yaşar, bu kolay olan.
Cehennemde olmak nasıldır acaba?
Asıl zor olan bu.


Cennete ve cehenneme gidip gelmiş iki kişi olsa.
İlk kime soru sorardınız?

Bence 100 sorudan 80 i cehennemden gelene sorulurdu.

Çünkü insanlar cenneti değil cehennemi daha çok merak ederler.

Cennetten çıkan biriyle mi, yoksa cehennemden gelen biriyle mi karşılaşmak isterdik?

Her zaman korkularımızı daha çok merak ederiz.

Bu tıpkı korku filmlerinden korkan insanların yaptıkları gibidir.
En çok onlar korkar, ama o filmleri de en çok onlar izlerler.

Ölüm insanı hayatta bir kez bulur ve bunu yaparken bile son bir iyilikle gelir.

''ÖLÜMÜN SON İYİLİĞİ, ÖLÜMÜN BİR DAHA OLMAMASIDIR.''

Asıl korku ölüm değildir aslında, asıl korku bilinmezliktir...

Bir bardak sıcak kahve ve Bir kardan adam yapma öyküsü


Hayatın bazı zevkleri vardır.
Kişiden kişiye değişirler.

Kimisi sinemayı sever, kimisi müzik, kimisi kitap, kimisi video oyununu...
Bazıları hepsini birden :)

Ama şu dünyada bir keyif var ki sevmeyen yoktur sanırım.

Dışarısı buz gibi, hatta lapa lapa kar var...
A kişisi ( bu hepimiz olabiliriz ) bir elinde dünyanın en keyfili kitabı, diğer elinde sıcak, lezzetli kahvesi...

Ahh ahh...
Ne de büyük keyiftir.

Büyük ihtimalle çok farklı bir şey bekliyordunuz değil mi?
Aman! Ne yapabilirim?
Ben böyle yaşamayı seviyorum yani...

Yine de bir elimde sıcak kahve ve diğer elimi tutan bi Dean Winchester'a da hayır demezdim doğrusu :)


Küçük bir kızken, kar yağsa diye 'kar dualarına' çıkan diğer çocuklar gibiydim.
Kar yağınca da tıpkı diğerleri gibi sokağa fırlardım.

Hep birlikte, rutinimiz olan, yıllık kardan adamımızı yapmaya başlardık.
Herkes evden bir şeyler getirirdi.
Zeytin, havuç, atkı, bere...
2 saat filan sürerdi o koca adamı yapmak.

Soğuk artık hissedilmez olurdu ve başlardık kar topu savaşına.

Küçüklüğümden beri en sevmediğim oyundur.

Tanrım! Nasılda nefret ederdim, hala ediyorum.

Her nasıl oluyorsa yapılan kar toplarının en sertleri bana gelirdi ya da içinde görünmezliği sağlanan taşlı olanlar...
Şimdi içinizden ''oynamasaydın sende'' diyen insanlar çıkacaktır.
Ah! Maalesef öyle bir şansım yoktu.
Eğer ortada bir kar topu savaşı varsa kendinizi içinde bulurdunuz.
Tıpkı Amerika'nın Irak'a girmesi gibi...
İstemeseniz de savaşın içinde olmak zorundasınızdır.

Kar topu savaşından nefret ederim.
Çok korkunç!
Böyle tehlikeli şeyleri kim buluyor Allah aşkına!

Saat ilerledikçe bu lanet olası kar topu savaşı da son bulurdu, bende rahat bir nefes alırdım.

En son kısma geçerdik...

Kızakla kaymak!


Vay canına! Sanırım en zevklisi buydu, ama bir keresinde berbat bir düşüşle yüzümün yarısının rengini mor yaptığımdan, bir daha karda kaymaya cesaret edemedim.
Böylelikle kayakçılık hayatım da bitmiş oldu.

Kayma işlemi devam ederken aileler balkona çıkıp bağırmaya başlarlardı.
'Anne lütfen 5 dakika daha!' diyen sesler, ama annenin o 5 dakikayı veremeyeceğini anlatan, sesinin tonunun sertleşmesiyle, boynunu önüne eğip evine giden çocuklar...

Ben hiç onlardan olmadım, biraz asi bir tiptim:)

Kim çağırırsa çağırsın, eğer gitmek istemiyorsam gitmezdim.
Evin küçük reisi :)

Her neyse, böyle eski karlı günlerden bahsetmek istedim.
O günler çok geride kaldı.
Nasıl güzel, nasıl masum yıllardı. ( ben pek masum sayılmazdım )

Küçükken hep büyümek isteriz, büyüyünce de ne diye büyüdüm ben şimdi diye üzülürüz.
İnsanoğlu asla ne istediğini bilmez.
Tatminsiz, istekleri asla azalmayan ( bitmeyen diyemiyorum )

Her neyse, keşke kar yağsa da kardan adam yapsak...
Sonra hemen eve dönerim ama! Kar topu savaşı kısmına kalmak istemiyorum :)

9 Ocak 2011 Pazar

Kelebek Etkisi...

''Önemli olan, kötülüğün var olması değil, onun iyilikten ayırt edilmemeye başlanmasıdır'' diyor , Camus...

Ortada ne var?

Yaşadıklarımız...



Yaşanan bir olaya, bir olguya iyi ya da kötü demek kimin kontrolünde?
Yani bu konu hakkında yorum yapabilecek bir otorite var mı?

Bence yok.
En azından biz insanlar arasında yok.

Neyin iyi neyin kötü olduğuna kim karar verebilir ki?

Bu tıpkı özgürlük gibi...

Herkes özgür olmak ister, fakat başkalarına zarar vermeye başladığın anda özgürlükler de bitmek zorundadır.



İyi ve Kötü yapılanlara göre şekillenir.
Verdiğin zarara göre.

Hayatta vereceğimiz her karar, attığımız her adım bize ya da bir başkasına iyilik gibi görünürken, bir yerlerde başka birine zarar verebilir.

Yani istediğiniz kadar iyi bir şey yaptığınızı sanın, yine de bir yerlerde bunun etki edeceği, iyi ya da kötü etki edeceği birileri mutlaka nefes alıyor olacaktır.

Kelebek Etkisi...
Filmi izlemeyen kaldı mı?
Ashton Kutcher şahaneydi değil mi kızlar? :)
Her neyse...


Bana sorarsanız iyilik fazla abartılıyor.
Hadi ama!
Sürekli iyi bir insan olmaya çalışmak filan! Bunlar hastalıklı düşünceler!
Ve biliyor musunuz?
Bu dünya üzerinde iyi olmaya çalışan, bunu kafasına takan çokta fazla insan yok.

Kimse kendinden başka kimseyi düşünmüyor.
Atılan adımlar filan hepsi, her şey kişinin kendi çıkarları için...

Büyük şirketler kuran adamlar...
Başka insanlar çalışma sahası bulsun diye mi kuruyorlar o şirketleri?

Ozon tabakası delinmesin diye didinenler... Tek amaçları dünyayı kurtarmak mı cidden?

Hayvan hakları için soyunanlar...
Gerçekten tek istedikleri o küçük, sevimli hayvanları kurtarmak mı?
Hatta içlerinde sevimsiz, tehlikeli olanlar bile var, onları da koruyorlar.
Bu güzel bir şey!
Hey, tamam! Bununla ilgili bir sorunum yok :)


Sadece anlatmak istediğim, dünyadaki herkes her şeyi kendi çıkarları uğruna yapıyor.

Sevdiğiniz birini hayatınızda niye istersiniz?

- Onu mutlu etmek için!!!

Hadi ya!

Gerçekten buna inanan aptallar kaldı mı?

Bir erkek ya da bir kadın, hayatlarına soktukları her kimse, onu sadece kendilerini mutlu etmek için isterler.
Diğer her şeyi neden istedikleri gibi...

İnsanların sorunu ne biliyor musunuz?
Kendilerini kabullenemiyorlar.
Kimse içinde yaşayan kötülüğü kabul etmek istemiyor.
Bu insanları korkutuyor.
Pandora'nın kutusu açılır ve içindeki bütün kötülükler dünyaya yayılır.
Bir tek 'UMUT' kalır kutunun içinde, oda çıkamadan kutuyu kapatırlar.
İnsanlar umudun nası büyük bir kötülük olduğunun bile farkında değiller.

Daha önce de bahsetmiştim.
Nietzsche der ki: 'Umut kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır.'
Kimse umudun aslında bir kötülük olduğunun farkında değil ve her gün umut ederek yaşanıyor.


İyilikte tıpkı kötülük gibi...
Aralarında bir denge var, fakat ortak bir amaca hizmet ediyorlar.

Bir kelebeğin kanat çırpışı, uzak diyarlarda bir fırtınaya sebep olabilir.

Başlangıçlara İnanmak...


Yarın büyük gün!
Benim için 1 Ocak yarın aslında...

Yarın milat!

Çok merak ettiniz değil mi?

Yarın kimine göre sadece 10 Ocak, kiminin doğum günü, kiminin evlilik yıl dönümü, kimine göre de birini kaybettiği gün!

Benim için çok özel bir gün!
Uzun zaman sonra, gerçekten rahat nefes almaya başlayacağım bir gün.

Yarın cehennemin kapıları açılacak!
İçinden bütün kokuşmuş iblisler dışarı çıkacak!
Bazıları aylak aylak gezinecek, bazıları insanların bedenlerini ele geçirecek.
Yarın kötülük serbest kalacak!

Cehennem ateşi yarın başkalarını yakmaya başlayacak...

İntikam günü yaklaşmakta!

Vay canına! Yarın neler olmaya başlayacakmış değil mi?
Tanrım! Çok korkunç!

Tıpkı 2012 söylentileri gibi:)

Eğer istersek her günü 2012 gibi yaşayabiliriz.
Bu tamamen hayal gücünüzün sınırlarına bağlı.

Bakın bana! Yarını kıyamet başlangıcı yaptım!

Bu bana kalmış, eğer yarını kıyamet başlangıcı olarak görmek istiyorsam görürüm.


Her şey inançla alakalı.

İnanmaktan asla vazgeçmeyin!

Tanrının sizi unuttuğunu en çok düşündüğünüz anda birden her şey değişiverir, bir bakarsınız ki Tanrı sizi hatırlamaya karar vermiştir ve diğer gün sizin için her şeyin başlangıcı olacaktır!

İnanmaktan asla vazgeçmeyin!

Bırakın da sizin cennetiniz başkasının cehennemi olsun!