27 Haziran 2012 Çarşamba

Bağımlılığın Adı: AŞK!

Aşkın bağımlılık olmadığını düşünenlere gelsin bu yazı...
Hayatta bazı anlar vardır... Bağımlı olduklarımızdan kurtulduğumuz ve asla başka bir şeye bağlanmayacağımızı düşündüğümüz anlar... Bu çoğu kez bir hayalin ötesine geçemez! Bir zamanlar sevdiğin, ama sonradan vazgeçmek zorunda olduğun kişiden kurtulup yeni bir hayata adım atmaya çalışırken, bir anda karşınıza bambaşka bir bağımlılık daha çıkar. Siz birinden yeni kurtulduğunuz için sevinirken, yeni bağımlılığınız tam karşınızda sizi beklemektedir. Eski bağımlılık sayesinde kazanılan tecrübeye güvenip korkusuzca içine atladığınız bu yeni ilişki, başlarda sıradan görünse de aslında öyle değildir! Olmayacaktır! Kendinizi birine teslim ettiğiniz anda başlar her şey! Göz açıp kapayıncaya kadar oluverir her şey! Bir de bakmışsınız ki yeniden aşık olmuşsunuz! Hem de öyle bir aşktır ki bu, geçmişte yaşadığınızın aslında aşk olmadığını, saf bir tutku olduğunu anlamanızı sağlar. Tabi hayatın özünde mutluluktan daha çok üzüntü vardır, çünkü biz insanlar için mutlu olmaya çalışmak üzülmekten daha zordur! Gerçek aşkı bulduğunuz anda kaybedersiniz. Sizi çok sevdiğini ve daha da çok seveceğini söyleyen adam bir anda çıkıp gider hayatınızdan... Aşık olduğunuz adam hayatınızdan çıkıp gittiğinde ilk başta nefes alamazsınız, aslında alırsınız da almak istemezsiniz! Hayatta o anda aşktan ve sevgiliden daha değerli bir şey kalmaz çünkü! Giden sevgilinin ardından dünya çekilmez bir hal alır ve yaşamak anlamsızlaşmaya başlar!
Sevgilinin yoksunluğu bağımlılığınızı bir kez daha ortaya çıkarır. Bir şeye olan bağımlılık ona sahipken değilde, daha çok yokluğunda anlaşılır zaten! Daha sonra yıllar geçer ve yıllarla birlikte alışırsın. Herkes zamanla geçeceğini söylerken haklıymış dersin! Zamanla geçiyormuş... Sonra bir gün tek bir fotoğraf karesi görürsün... Sevdiğinin yüzünü gördüğün son fotoğraftır bu... O görüntüyle birlikte anılar geri gelir... Acı geri gelir... Aşk geri gelir, ama sevdiğin adam geri gelmez! En kötüsü de kurtulduğunu düşündüğün bağımlılık geri gelir.

9 Aralık 2011 Cuma

Eski Kısa Senaryodan Bir Bölüm...

Yer toprak’ın evi… Ilgın’la toprak yatakta birbirine sarılıp oturuyorlardır… Notebook filminin son sahnesidir… Film biter…


 Ilgın: Ne düşünüyorsun?

 Toprak: Bir insan sonsuz mutluluğu yakalayınca nasıl hissediyormuş bunu düşünüyorum.

 Ilgın: Kim sonsuz mutluluğu yakalamış ki?

 Toprak: Ben.

 Ilgın: Hımmm… (gülümser)

 Toprak: Hayatta iki trajedi vardır, biri hayattaki en büyük arzunu kaybetmendir, diğeri ise onu kazanmak.

 Ilgın: Öyle mi?


 Toprak: Öyle söylemiş George Bernard Show.

 Ilgın: Güzel söylemiş de ne demek istiyorsun?

 Toprak: Çünkü trajediler olur, ne yapacaksın yani vaz mı geçeceksin? Hayır. Şimdi anlıyorum ki, kalbin kırıldığında hala ayakta olduğunu göstermek için deli gibi savaşmalısın. Çünkü hissettiğin acı yaşamın tam kendisidir.

 Ilgın: Seni anlayamıyorum, bana anlatmadığın bir şeyler mi var? Çünkü söylediklerin bizimle ilgili değil.

 Toprak: Evet, anlattıklarım yaşamın kendisi. Acıya hazırlıklı olmak lazım, seni kaybetmeye dayanamam.

 Ilgın: Hımm.. (gülümser ve sarılır) evet bütün kalbinle dilediğin bir dileği kaybetmek trajik, fakat onu kazanmak… Bu yıl aşk istedim. Uzun zamandır aşkı yaşamak isteyen bir kalbi uyandırmak için ve bu gerçekleşti. Eğer bunu gerçekleştirmek trajikse, bana trajedi verin. Çünkü dünya için onu geri vermeyeceğim

 Toprak: Hımm… Benim kızıma da bak sen

 Ilgın: Bana ait değiller, çok sevdiğim bir filmden, ama bende olsam böyle söylerdim

 Toprak: Seni seviyorum güzel kız.

 Ilgın: Bende.

 Toprak: Beni sakın bırakma (gözünden yaşlar süzülür)


Ilgın parmaklarıyla süzülen yaşı kurular. Sarılırlar.

Sahne biter…

25 Ekim 2011 Salı

Vampirler Üzerine Bir Deneme..

Bölüm 1


Adım Ateş. 23 yaşındayım ve ben bir vampirim. Hakkımda bilinmesi gereken en önemli şey de bu.
Kanla beslendiğimi söylememe gerek yoktur sanırım ya da ne kadar acımasız olduğumu.

Göz alıcı görüntümün altında yatan karanlık adamın farkına varabilmeniz için, beni çok daha yakından tanımanız gerekiyor.



Adımın Ateş olduğunu söylemiştim, bu vampir bedenime sahip olduktan sonra aldığım bir isim değil.

Annem nasıl bir geleceğim olduğunu hissetmiş, cehenneme gideceğimi önceden anlamış ve bana bu ismi vermiş olmalı.

Annem hep zeki bir kadın olmuştur zaten. Sanırım zekâmı ona, yakışıklılığımı babama borçluyum, gerçi vampir olduktan sonra daha çekici olduğumu kabul ediyorum, yinede babama haksızlık etmemem gerekir.
Ben ailenin en büyük erkek çocuğuydum.
Bana bel bağlamışlardı.

Ailenin soyunu devam ettirecek çocuklardan biriydim, bu yıllar önceydi, çünkü ben artık bir ölüyüm.

Ölüler evlenemezler ve çocuk yapamazlar.

Evet, sevişebiliyoruz, hatta vampir olmak bu işi daha keyifli hale getiriyor, fakat bunun bir çocuk sahibi olmak için yeterli olmadığını bilecek kadar tıp bilgisine sahibiz.

Bizi eğiten okullar yok, ama yinede her bilgiye ulaşabiliyoruz, bunu sadece geceleri yapıyor olsak bile.
Varlığımız gerçek, fakat bunu kimse bilmiyor, eskiden bizim sadece bir korku karakteri olduğumuza inanıyordunuz ya da üzerine kitaplar yazılan korkunç yaratıklar.
Şimdilerde bu değişmeye başladı.

Yeni haber: Vampirler artık korkunç değiller.

Sonunda beynine oksijenin doğru ulaştığı birileri çıktı ve bizim eskiden insan olduğumuzu hatırladılar ve aslında görüntümüzün o kadar da kötü olmadığına inanmaya başladınız, hatta bizim çok yakışıklı ya da güzel olduğumuzu düşünmeye başladınız.

Bu gerçekleri ortaya çıkaran kişilerin vampir dostları olmalı.

Tabi gizli görüşmeler olmak zorunda, antik vampirlerin bundan hoşlanacağını sanmıyorum.

Elbette her vampir eskiden insan değildi, antik diye bahsettiklerim kesinlikle vampir olarak doğdular, ama ben bir melezim, yani eskiden bir insandım, ama söylediğim gibi bu eskidendi ve yaşamımın 23. yılında o talihsiz hayatım son buldu ve ben artık bir lanetli bedenim.

Kulağa korkunç gelebilir, bunun farkındayım, ama bu yaşam biçimi o kadar muhteşem ki, bunun bir lanet olduğunu, sadece basit insan ırkı düşünebilir.



Biz cidden de fiziksel olarak güzel olan yaratıklarız.

Evet, kanla besleniriz, hayvan ya da insan kanı olabilir bu, genellikle insan kanının daha lezzetli olduğu söylenir, ama bu kocaman bir yalan, hayvan kanıyla insan kanı arasında lezzet olarak hiçbir fark yok.

Bu nedenle insanlarla beslenmek gibi bir takıntımız yok, bizim varlığımızın sadece bir mit olduğunu size düşündüren de bu zaten, insanlarla beslenmek gibi bir takıntımızın olmaması.

Yıllar içinde bizden haberdar olmaya başladığınız zamanlar olmadı değil.


Orta çağdaki veba salgını, kontes Elizabeth Bathory, III. Vlad namı diğer kazıklı Voyvoda vs.
Her ırkta olduğu gibi bizden de çatlaklar çıkabiliyor elbette.

Geçmişte yaşanmış bazı olayların sonucunda varlığımızı öğrenmek üzereydiniz, fakat her ne kadar meraklı da olsanız bir o kadar da gerçekleri görmeyi istememe gibi bir özelliğiniz var, evet siz insanoğlu böyle yaratılmışsınız.




Yüzyıllar boyunca varlığımızı sürdürdük, bizden haberiniz yoksa bu tamamen biz böyle istediğimiz için, tabi sizin gerçeklerden kaçmış olmanız da bir etken.

Sizden daha güçlüyüz, istersek tanrının dünyayı yarattığı süreden bile önce dünyayı ele geçirebiliriz, bunu yapmıyoruz çünkü gün ışığına karşı zayıfız, ama bu aslında sizi yönetmediğimiz anlamına gelmiyor.

Sizin yönetiminiz bizim ellerimizde.

Dünyayı yöneten gizemli insanlar var ya onlar bizleriz, ama sizin bilmediğiniz şey: biz insan değiliz.
Varlığımızdan haberiniz yok, ama bu türümüzün iyiliği için saçmalıklarından değil elbette.

Bizden haberiniz yok çünkü biz böyle istiyoruz.
Bu muhteşem yaşam biçimini (her ne kadar ölü olsak bile) ortaya çıkarmamız demek sayımızın artması anlamına gelebilir.

Antik vampirler bundan hoşnut değiller.
Her ne kadar aralarında bizim gibi melezler olsa bile, türlerine olan saygılarından bizi öldürmüyorlar.

Yine de bu durumdan memnun değiller ve asil kanlarının daha fazla bozulmasını istemiyorlar, bu nedenle gölgelerde yaşıyoruz.

Aşk…

Bu duyguyla ilgili bir şeyler duymuştum, hissettim diyemem.

İnsan bedenimdeyken hiç yaşamadım bu duyguyu, vampir olduktan sonra da tek tutkum kandı, hala da öyle.
Bir vampirin aşık olabildiğini sanmıyorum, ama bu imkansız da değil, sonuç olarak benim gibi melezlerin arasında bunu yaşayanlar olmuştu.

Saf kan vampirler mi?

Asla âşık olmazlar.



Onlar kanın tadı dışında hiçbir şeye değer vermezler, belki aynadaki görüntülerini de buna dâhil edebiliriz.

Anlatmak istediğim bencildirler.
Bu doğalarında olan bir şey, onları yargılayamazsınız.

Şimdilerde yapılan filmlerde ya da yazılan kitaplarda hep vampirin insana olan aşkı anlatılıyor ya da insanın vampire olan aşkı.


Bizi size şirin gösteriyor bu tür şeyler, sanki ihtiyacımız varmış gibi.

Bu vampirleri kızdırmaya başladı, bununla ilgili duyumlar alıyorum ve vampir hislerim bana eskilerin bu durumdan memnun olmadığını hatta çok kızgın olduklarını söylüyor.

Daha önce de söylediğim gibi, biz vampirler varlığımızın bilinmesini istemiyoruz, aynı zamanda saygınlığımızın bozulmasını da.

Türümüz sadece kendi gibi olanlarla ilişkiye girer, iletişimini sürdürür, çok nadir olan durumlar dışında elbette.




Dünya üzerindeki bütün devlet başkanlarının bizden haberdar olduğunu belirtmek isterim.

Evet, bizi biliyorlar, tıpkı uzaylıları ya da kurt adamları bildikleri gibi, fakat gizlilik yeminleri var, eğer bunun dışına çıkarlarsa kayıplara karışıyorlar, bunu biz sağlıyoruz, kanlarının tadına bakarak.

Asil ve özel bir türüz biz.

Basit bir insan değiliz.

Her vampir bunu bilir ve devamlılığını bunun üstünden yaşar ve ben 146 yıllık vampir yaşamım boyunca antik vampirleri hiç bu kadar kızgın görmemiştim.

Söylemek istediğim yakında çok yakında…

7 Şubat 2011 Pazartesi

Gece Başka... Gündüz Başka...


Gece...

Günün en sevdiğim kısmı...

Yıldızlar parlar...

Ay bütün ihtişamıyla ortaya çıkar...

Simsiyah bir hüzün gibidir gece...

Karanlık ve destansı...

Gerçekten de çok klasik ve dramatik oldu:)

Aslında benim için gece yukarıda yazanlar demek değil.
Gece uyanık olmak şahane bir duygu.

Gece olunca, karanlık çökünce, bütün seslerin kesildiği bir an gelir.

Ciddi anlamda sessizlik hakimdir.
Neredeyse düşüncelerinizi duyacak hale gelirsiniz.

Gece film izlemeyi deneyin, film çok daha eğlenceli ve anlaşılır gelecektir.

Müzik dinleyin!
Her zaman dinlediğiniz adamlar birdenbire değişime uğramış gibi görünebilirler.

Tanrım!
GLee'yi gece izlemek...

Kesinlikle GLee'yi gece izlemelisiniz.


Gece hayatta olmak!
Geceyi yaşamak!


Vampirler boşuna geceleri takılmıyorlar değil mi?

Gecenin güzelliğini keşfetmiş olmalılar. ( gün ışığına çıkamamalarından değil bence, yani çıkabilseler bile gece takılmayı tercih ederlerdi!!!! )


Peki ya kurt adamlar?

Dolunay olmasa dönüşüm bile geçiremezlerdi:)


Cadılar!!!

Bütün etkili büyülerini karanlıkta, ay ışığında filan yapıyorlar.

Konunun dışına çıktığımın( hatta biraz abarttığımın ) farkındayım.
Söylemek istediğim gecenin de en az gündüz kadar güzel ve işe yarar olduğu...


Gece gerçekten de işe yarar bir zaman!
Bende anne rahmine güzel bir gece zamanı düştüm:)
( Çoğu kişi gibi )


Gecenin gündüzle boy ölçüşemeyeceğini düşünenler, bir de gece kitap okumayı denesinler!
( Küçük Aptalın Büyük Dünyasını okurken kahkahalarımı yutmak zorunda kalmıştım, böylesi daha da keyif veriyor )


Gece yenilen yemek dışında geceyle ilgili sevmediğim tek bir şey bile yok! ( kilolara dikkat etmek lazım tabi )



Bu yazıyı yazarken geceden ilham alıyorum, ama şu anda saat sabahın 7.00'si ve ben bütün yazma yeteneğim çalınmış gibi hissediyorum.

Sanırım biraz da uykum geldi.
Vay canına!
Uykumun gelmesi şahane bir şey!

O halde burada nokta diyorum.

Geceniz uzun olsun!
( Her zaman! )

27 Ocak 2011 Perşembe

Masalların Büyüsüne İnanmak!


Küçük bir çocuk olmanın en güzel yanlarından biri masallardır.
Masalları sevmeyen kaç çocuk vardır ki?

Masallarla büyüdük, masallara o kadar çok inandık ki, gerçek olmasını diledik.

İçimizde bir yerlerde, hala iyiliğin kazanacağına olan inancımız da hep bu yüzden.

Ah! Ah! Bu masallar yok mu?

Dünyada, bir yerlerde, kırmızı başlık takmış kızı, yemeğe hazırlanan aç bir kurt her zaman vardır.
Kırmızı başlığı takınca (kırmızı başlık burada metafor) büyüdüm sanan aptallar da her zaman vardır.
Eh kurtlar da haksız sayılmazlar!
Onlar da sürüden ayrılmasınlar canım!

Bir de hayatları boyunca, bir kulede esir olarak yaşamış olan, onu oradan çıkaran ilk erkeği 'yakışıklı prens' sanan tipler vardır.
Gerçek dünyadan o kadar uzak kalmışlardır ki, ilk gördükleri ata binerler.
(ciddi anlamda o ata binerler :) )
Bindikleri at onları sonsuza kadar taşır sanan bu hayal dünyasında yaşayan kızlar için söylenecek bir şey yoktur.

Aslında asıl suç, onları o kuleye hapdesip, gerçek dünyadan uzak tutan ailelerinindir.

Tabi kötü kalpli üvey anneyi de unutmamak lazım!
Kızını hiç tanımadığı,sırf dış görünüşüne aldanıp, evlendiği bir kadının eline bırakıp, işlerine giden babalar...


Dikkat etsinler!
Kızları ayaklarına uyan, gösterişli ilk ayakkabıyı getiren adamla kaçarken, kendileri de zehirli elmadan ısırık alan kişi olabilirler!

Peki ailelerine sürekli yalan söyleyenlere ne demeli?

Bir çocuğun ailesine yalan söylemesi berbat bir şeydir.
Yine de bazen aileler yalanı hak ederler!
Cidden ama!
Çocuklarının hiçbir şey yapmasına izin vermeyen aileler bazen başlarına geleni hak ederler!
Hadi ama!
Burnu uzayan çocuk olmanın neresi güzel?
Aile arada sırada 'EVET' demeyi denese burunları düğme gibi kalabilirdi :)

Çocuklarını umursamayan ailelere ne demeli?
Onları yalnızlığa terk eden...
Evin yolunu bulmaları için ekmek kırıntılarından fazlasına ihtiyaçları var!
Eh eğer bulamazlarsa zaten gidecekleri diğer yol cadının evi! (cadının evi önemli bir metafor!!!)
Cadının evine bir kere girdiler mi (kız çocukları için konuşuyorum) oradan çıkış yok!
Hayatları bar köşelerinde, erkeklere rakı şişelerinin yanında, meze olarak geçer.


Kaç küçük beden soğukta bir kibrit tanesi satmak için ölümle tanıştı?

Küçük deniz kızının önce bacaklarını, sonra canını feda ettiği gibi sayısız kız, bir erkek uğruna, önce kalplerini, sonra başka nelerini feda etmişlerdir!


Bir tavşanın takım elbise giymesi, saat takması...

Lambayı ovunca içinden dilekleri yerine getiren cinin çıkması...

Ormanda yaşayan iyi yürekli cücelerin olması...

Bir kızın upuzun, sihirli saçlara sahip olması...

Noel babanın bir gecede bütün dünyaya hediyeler dağıtması...

Peri dokunuşuyla balkabağının gösterişli bir arabaya dönüşmesi...

Bunlarla büyüdük...
Gerçek olmayan, ama hep olmasını istediğimiz hayatlar...

Mutlu sonla biten, hep iyiliğin kazandığı hayatlar...


Masallar...

Keşke hep çocuk kalsak!
Hiç büyümesek!
Olmayan ülkede kayıp çocuklarla yaşasak!

(Hep Wendy olmak istemişimdir... Ne olmuş yani, bence şahane bir kız!)

Bu olsa olsa bir hayal olurdu :)

Masallarda yaşayan iyi kalpli kahramanları bilemem, hiç karşılaşmadım, ama kötü kalpli cadı kesinlikle var!
Hatta zehiri bir elmada taşımıyor!

Zehiri onun kalbinde!

Masalların her ne kadar 'gerçek' olmadığını düşünsek bile, onları okurken, kendimizden bir şeyler bulduğumuz ya da o masalların içinde olmayı hayal ettiğimiz kesin bir gerçek!


Son olarak,
Grimm Kardeşler, Anderson biz olmasak aç kalırdı!!!
:):):):)

22 Ocak 2011 Cumartesi

Mahşerin DÖRT Atlısı...


Dünyanın sonu yaklaşırken, ortaya çıkacak bazı işaretler olacak.

Birçok alamet var, ama en önemlilerinden biri:
'Mahşerin Dört Atlısı...'

Savaş...

Kırmızı atıyla görünecek ufukta...
Elinde kılıcı...

Kırmızı dökülen kanları temsil eder.
İnsanları birbirine düşman gibi gösterecek.
Kim dost kim düşman asla anlayamayacasınız.
Kardeş kardeşe saldıracak.
Güven duygusu ortadan kalkacak.


Açlık...

Siyah atını sürüye sürüye gelecek...
Elinde terazisiyle...

İnsanların ölüme yakınlığını temsil eder.
Açlık, sefalet, doyumsuzluk...
İnsanların kalbinin derinliklerinde kalan açgözlülüğünü ortaya çıkaracak.
Hep daha fazla isteyen insanoğlunun, sınırlarını tamamen ortadan kaldıracak.


Hastalık...

Soluk yeşil atıyla dörtnala koşacak...
Ölümü getirecek...

Salgın hastalıklar,büyük felaketler...
Domuz gribi, kuş gribi...
İnsanlar korkunç bir can güvensizliği içinde kalacak.
Hastalık herkesi kırıp geçirecek.


Ölüm...

Beyaz atıyla görünecek...
Elinde yayı, kafasında tacı...

Kutsal bir ölüm olarak gelecek.
Ölüleri diriltecek.
Büyük felaketlere yol açacak.
Kasırgalar, depremler...
En büyük gücü elinde taşıyan beyaz atlı sonun başlangıcı olacak.



Dört Atlı...
Bize hastalığı, açlığı, savaşı ve ölümü getirecek.

Etrafınıza daha dikkatli bakın!
Mahşerin atlılarının getireceği yıkımlar görülmeye başlamadı mı?

İnanılmaz boyutta olmasa da şu anda bizi taşıyan dünya, atlıların etkisi altına girmiş görünüyor.

Küresel ısınma...
Ozon tabakası...

Yaşanılan depremlerin artması, salgın hastalıkların yaygınlaşması ve çeşitlerinin artması...
İnsanların birbirine olan sadakatsizliklerinin sınırsızlığı,güvensizliğin artması...

Atlılar çoktan gelmişler, ama biz farkında değilmişiz gibi...

Dünyanın sonu eninde sonunda gelecek.
Belkide çoğumuz cehennem ateşini tadacağız.
Yapabileceğimiz hiçbir şey yok!
Sadece dünyayı daha kötü hale getirmeye devam edeceğiz.
Dünya daha kötü daha kötü daha da kötüye gittiğinde, artık son gelmiş olacak.

Dünyanın sonunun gelmesi için Lucifer'in uyanması, atlıların gelmesi, ölülerin dirilmesi, Deccalin ortaya çıkması gerekmiyor.

Dünyanın sonunun gelmesini, Tanrının en sevdiği yaratıkları başarıyla gerçekleştiriyor.
İnsanlık büyük bir hızla sona doğru ilerliyor.
Sonlarını kendileri hazırlıyor.

Cenneti bilemem, ama cehennemin çok yakınlarda olduğunu söyleyebilirim.

Cehennem insanların ayakları altında...
Şeytanın değil insanlığın...

20 Ocak 2011 Perşembe

Paramparça Aşklar...



'Değişimle karşılaşınca değişen aşk; aşk değildir.
Sonsuza kadar yıkılmayacak bir kaledir aşk.
Fırtınalara göğüs geren, asla yıkılmayan...
Aşk zamanın kısacık saatleri ve haftalarıyla değişmez.
Tam tersine dayanır ve sürer...'
diye söylemiş William Shakespeare...


Birine kalbini açmak nasıldır bilir misiniz?

Bence bir insanın yapabileceği en zor şeydir. (en azından benim gibi biri için öyle)

Birini sevmeye başladığında her şey değişmeye başlar.
Karşılıklı bir değişimdir bu.

Başlarda her şey iyi olacakmış gibi gelir, ama zamanla fikirler ortaya çıkmaya başlar.

Farklı fikirler...

Ve hemen arkasından tartışmalar, kavgalar...

Ve ayrılık...


Birini hayatına dahil ettiğinde, hep senin için orada olacakmış gibi gelir.
Asla bir yere gitmeyecekmiş gibi...

Aşkın, sevginin ışıltısı sürerken gerçekleri göremeyiz.
Belki de görmek istemeyiz.

Bir zamanlar birini sevmiştim.
Sevmiştim, ama sevdiğimi anlamam bile çok uzun zaman almıştı.

Onunlayken her şey kusursuzdu.
Aslında binlerce kusur vardı, ama hayatımda olması o kusurları görünmez kılıyordu.
Çok kavga ederdik, herkes gibi...

Şahane biriydi.
O alttan alırdı, ben tepesine çıkardım.
Şımarırdım...

Bana olan sevgisinden o kadar emindim ki, beni bırakıp gitmezdi, gidemezdi.

Daha önce beni kimse onun gibi sevmemişti.
Kendimi hiç böyle değerli hissetmemiştim.

Tanrım! Sanki dünya üzerindeki en özel insandım.


Onu çok seviyordum, ama belli etmeye korkuyordum.
Çünkü onu sevdiğimi, onu çok sevdiğimi öğrenirse beni eskisi gibi sevmez diye düşünüyordum.

Aslında benim için dünyadaki en değerli insanlardan biriydi, ama bunu ona asla belli etmezdim.

Bir keresinde ona, 'seni aldatsam bana geri döner miydin?' gibi saçma sapan bir soru sormuştum. (bunu asla yapmazdım tamam mı!)

Oda:' Herhalde sensizliğe dayanamazdım.' demişti.

Biliyorum, bu kulağa çok inandırıcı gelmiyor, ama ben doğru olduğunu biliyordum.
İçimde bir şey, yalan söylemediğini biliyordu.

Bir keresinde de birlikte 'Notebook' filmini izlemiştik.
Film bitince bana döndü.
Gözlerinde endişe ve üzüntü gördüm.

'Beni asla bırakma olur mu? ' dedi.

Bende:'Bırakmam.' dedim ve birbirimize sarıldık.

Sonra aylar geçti...

Beni öylece bıraktı...

Nedenlerini paylaşmayacağım.
Hatalıydım, ama oda melek sayılmazdı.

Öylece gitti hayatımdan.


Onsuz olmak...

Bunu tarif edebilir miyim hiç bilmiyorum.
Kalbimin bir parçası gitmişti.
Hayat artık berbat bir yerdi benim için.

İnsanlar ayrılırlar değil mi?
Bu çok normal.
Evet, farkındayım.
İnsanlar ayrılırlar,başkalarıyla olurlar, bla bla bla...

Ben asla düzelemedim.
Yerine başka insanlar, başka duygular koymaya çalıştım.
Olmadı...
Kalbimde hep bir boşluk vardı, asla doldurulamayan...

O hayatımdan gidince, bende bir daha 'ben' olamadım.

Herkes,her şey boş geliyordu.
Kimse yeri doldurulamaz değildi.
Kimse umrumda değildi.

Her şey daha da kötü gitmeye başladı.
Ondan sonra başka kayıplar da verdim.
O kayıplar da acıttı canımı, ama kalbimdeki boşluk o kadar derindi ki, başka hiçbir şeyin acısı o kadar yakamazdı canımı.

O benim için doğru erkekti.
Bunu bütün kalbimle hissediyordum.

O kalbimi aynı anda hem kırabilen hemde tamir edebilen tek erkekti...

Ailemdeki herkes sevdikleriyle evlendi ya da evlenmek üzere...

Ben bu ailenin lanetli, günahları taşıyan bedeniyim.
Asla bir bütün olamayacağım.
Hayatıma giren kimse diğer yarım olamayacak.
Çünkü benim artık aşkı arayan bir kalbim yok.


O gitti...
Sevdiğim adam gitti...

Benim aksime giderken kalbini de yanında götürdü.

Hayatta bazı anlar vardır, bazı şanslar vardır.
Bunlar insanın karşısına her zaman çıkmaz.
Çıktığında da ona sıkı sıkı sarılacaksın, asla bırakmayacaksın!

İnsanlar hep kaybedince anlıyor, keşke ben o insanlardan olmasaydım.

Seni özlüyorum, hep özleyeceğim.

Belki...

Ama belki diye bir şey yok artık.

Hoşça kal...

(Çok Sevilen Sevgilinin Anısına...)